Istanbul 27 Kasım 2017
Sevgili Paul, Sevgili Arkadaşım,
Bir ay önce LA’de Musso & Frank restoranda Sara ve Chris ile hep birlikte harika bir gece geçirdik. Uyarına rağmen geldiğimizi bildirmeyip seni barda beklettiği için restoran müdürünü azarlamıştın. Ama bunu hemen unutup yeniden buluşmamızın keyfini yaşadık, eski projelerimizi ve hatıralarımızı andık, yeni projeler yarattık.
Tam bir ay sonra 7 Kasımda seni kaybettiğmizi öğrendim. Bizim yaşımızda hayatın bu tür nahoş gerçeklerine biraz alışmış olmamız gerekse de yıllarca sevdiğimiz bir kişinin kaybını kabul etmek zor oluyor. Çok üzüldüm.
Seninle ilk defa 1979 yılında kendisine bestelerimi yayımlaması için dadandığım Tony Hall’un Carnaby Street’teki ofisinde tanışmıştık. Adını duyunca kulaklarıma inanamamıştım. Seni 60’lardan beri Istanbul’da, çok yakından takip ettiğim müzik dünyasında; Bowie’nin “Space Oddity”, Elton John'un çıkış albümlerindeki “Your Song”, “Sixty Years On”, “Levon”, “Tiny Dancer” gibi şarkılardan ve daha bir çok olağanüstü düzenlemelerinin ve bestelerinin yer aldığı Carly Simon, Nilsson, Miles Davis gibi dünyanın sayısız sanatçıları ve orkestraları ile çalışmalarından çok iyi tanıyordum.
Bu eserleri dinlerken beraber çalışmış olduğun dünyanın önde gelen yorumcularından daha çok senin düzenlemelerini hayranlıkla inceliyordum. Tüm bu eserlere farklılık ve heyecan katıyor, onları ateşliyordun.
Bu yorumcular ve prodüktörlerin, eserlerine yapmış olduğun katkıları nasıl takdir ettiklerini biliyorum. Hepsi, eserlerinde senin bu özel ve benzeri olmayan uygulamalarından yararlandılar. Bu olağanüstü sanatının farkına çok erken varıp bundan faydalanmayı düşünebildikleri için onlarıda kutluyorum.
Seninle, “Sixty Years On” gibi bazı eserlerde, onları yalnızca düzenlemekle kalmayıp, eserlerin arasındaki geçişlerde kendi özgün bestelerini eklediğin ve dolayısı ile bu tür eserler üzerinde bir besteci payının olması gerektiğini paylaştığımda yalnızca işi ile ilgilenen tüm gerçek sanatçılar gibi bana sadece gülümsemiştin. Ama müzik endüstrisinin bunu çoktan düşünmüş olması ve senin bir uyarın, talebin olmadan sanatını ve seni korumaya almış olması gerekirdi.
80’lerde senin Barnes’daki ve benim Kingston’daki evimde defalarca buluştuk, saatlerce müzik ve dünya sorunlarını konuştuk. Müzik konusunda olduğun kadar politikada da bilgili ve ateşliydin.
Beni Türk müziği konusundaki bilginle de şaşırtmıştın. Aşık Veysel hakkında tanıdığım bir çok kişiden daha fazla donanımlıydın. Sözleri anlamamana rağmen onu her dinlediğinde tüylerin ürperiyordu. Sözleri sana tercüme etmiştim. “Uzun İnce Bir Yoldayim”ın yeni düzenlemenle kaydedip göndermiş olduğun demosu hala çekmecemde duruyor.
Geriye baktığımda konuşmalarımız arasında hiç unutamadıklarımın başında “bir müzik eserinin düzenlemesinde, yazılmamış bölümlerin yazılmış bölümler kadar önemli olduğu” uyarın gelir. Bütün dünya bestecilerine müzik okullarında ilk öğretilmesi gereken bir uyarı!
Beraber gerçekleştirdiğimiz başka bir heyecan verici proje de senin 90’larda LA’den Istanbul’a gelerek o zamanki Azerbaycan Kültür Bakanı Polat Bülbüloğlu’nın ünlü Azeri şarkısı için düzenlediğin “Gel Ey Seher”di. 60’lardan beri kendi yerel versiyonuna alışmış Bülbüloğlu’nın düzenlemeni hazmetmesi biraz zaman almıştı ama sonunda farkına varınca o da bizler kadar heyecanlanmıştı.Senin imzanı taşıyan versiyon bu kadar sene sonra bugün hala Türkiye’deki radyo kanallarının en çok istek alıp yayınladıkları şarkıların başında geliyor.
Seninle, bu sektörün nasıl doğduğunu, nasıl müzik ve sanatçı gelişimini ön planda tutup, harika müzik, harika sözler, harika düzenlemeler arayan ve vasatlığı hiç bir zaman ikinci bir seçenek olarak kabullenmeyen sağlam müzik yöneticileri tarafından yaratıldığını ve bugünkü yöneticilerin bunları nasıl unuttuğunu konuşurduk.
Dünya müzik sektörünü idare edenlerin bugünün genel iş dünyasında egemen olan kısa vadeli, dar görüşlü ve yalnızca hep 24 saat sonrasını düşünerek kendini yoketmeye hedefli politikalarından nasibini fazlası ile alarak geleceğimizi tehlikeye attıkları...Müzik şirketlerinin, her zamankinden daha kırılgan endüstrimizi korumak için can alıcı ana konularda sağlam durarak ve hep birlikte hareket ederek ve bu kapsamda bir genel koruma şemsiyesi altında rekabet etmek yerine senelerdir arka arkaya gelen olumsuz sonuçlardan hiç bir ders çıkarmayarak esas sebepleri anlamadıkları veya görmezden geldikleri...Yaratıcı insanların, Magna Carta kuşaklarının bizlere armağan ettiği olağanüstü imkanları hafife alarak ve bunların bize kendiliğinden geldiğini farzederek, rehavet içinde ve bir tepki vermeyerek, direnmek için örgütlenmeyerek yaşadığımız sıkıntıların büyük bir kısmından sorumlu olduğu konularında hemfikirdik.
Uzun bir süredir seni kendi solo albümünü yapman için ikna etmeye çalışıyordum. Olmaması beni rahatsız ediyordu. Birbirimizden 10,000 mil uzakta yaşamasaydık belki başarılı olabilirdim ama başarısız oldum... Müzik endüstrisi de başarısız oldu.
2017’de, bir iki ay önce, 1972 yılında bestelediğim ama ancak bu sene kaydetmeye fırsat bulduğum “Country of the Blind”ı düzenledin. Eseri Rıza Erekli’de, Cihat Aşkın Yaylı Dörtlüsü ile kaydederken LA’den skype ile bağlanarak sihirli “Buckmaster” değneğinle stüdyodaki herkesi etkiledin, şarkımı başka bir boyuta yükselttin.
Bunca yıl süren dostluğumuz için, hayatıma katmış olduğun değerler için ve dünya müziğine olağanüstü katkın ve etkin için sana çok teşekkür ediyorum, dostun olduğum için her zaman gurur duyduğumu bilmeni istiyorum.
Tekrar buluşana kadar sana “Country of the Blind” ile veda ediyorum.
Sevgilerimizle,
Dağhan, xxxxx
Chris, Sara, Ezra ve Muzikotek ekibi